Neden acaba hekim anne ve babalar çocuklarının da hekim olmasını istemiyor artık, düşündünüz mü hiç? Üniversite sınavlarına en yüksek puanla girilen yerler Tıp Fakülteleri olduğu halde, neden hekimler kendi çocuklarının hedeflerinin Tıp Fakültesi olmasını istemiyorlar? Belki de hala işsiz kalma olasılığının en az olduğunu bildikleri halde, çocuklarının kendilerinin geçtikleri yollardan yürümelerine izin vermiyorlar? Hekim olmayan bir kişinin bu soruya yanıt vermesi biraz zor olabilir. Ama, hekimlik mesleğinde yıllarını geçirmiş kişiler ne yazık ki günümüzde artık böyle düşünüyor.
Tıp, eğitim olarak diğer hiçbir meslek ile kıyaslanmayacak derecede ağırdır. Altı yıllık eğitim sonunda, üç ya da altı yıl arasında değişen sürelerde üzerine bir de uzmanlık eğitimi almanız gerekir. Aynı yıl liseden mezun olmuş ve biri Tıp Fakültesini, diğeri de beş yıllık eğitim veren başka bir fakülteyi kazanmış iki arkadaşa baktığınızda, ikinci kişi arkadaşı henüz daha mezun olmadan meslek yaşamına başlamış olacaktır. Tıp Fakültesinden mezun olanın bir de üzerine ortalama beş yıllık bir uzmanlık eğitimi aldığını düşünürseniz, gerçek anlamda mesleğe adım atma zamanını belki de gözünüzde canlandırmak daha da kolaylaşır. 18 yaşında üniversiteye giren iki arkadaştan hekim olan 29 yaşında profesyonel iş yaşamına merhaba derken, arkadaşı aynı yaşta çoktan o aşamaları geçmiş olacaktır. Bir başka deyişle, yaşdaşları mesleklerinde “çaylaklık” dönemini bitirip artık yavaş yavaş yönetici konuma gelmeye başladıklarında, bir hekim daha yeni yeni basamakları tırmanmaya başlamıştır!
Kuşkusuz ki bu durum Tıp mesleğinin seçilmesi için bir engel olamaz. Çünkü, bu meslek gerçekten istemeden ve kişinin içinden gelip de özveride bulunmaksızın yapacağı bir meslek değildir. Ancak, günümüz gerçeklerine bakıldığında, uygulanan sağlık politikaları ve neredeyse her gün değişen kurallar nedeniyle zevkle yapılabilecek bir meslek olmaktan giderek çıkmaktadır. Öncelikle şunu söylemek gerekir. Hekimlik mesleği, sürekli olarak kuralların değiştirilmesiyle bir tür yaz boz tahtasına dönmüştür. Hekim, hangi kurumda çalışırsa çalışsın geleceğini güvence altında görememektedir. Dünyada “gelişmiş” ya da kuralları oturmuş olarak kabul edilen ülkelere bakıldığında, gelir ve gelecek güvencesinin en üst düzeyde olduğu meslekler arasında hekimlik gelir. Oysa ki ülkemizde, hekim şu anda, devlet ve özel sağlık kurumları arasında güvencesiz kalmış durumdadır. Her ne kadar devlet kadro garantisi veriyor olsa da, uygulamada bir sabah iş yerine geldiğinizde, önünüze uzatılan bir “geçici görev”le karşılaşma olasılığınız çok yüksektir. Hele de her alanda artık aşırı derecede politize olmuş bir toplum içerisinde, sudan gerekçelerle bu ve buna benzer yer değiştirmeler gerçekten hekimleri bezdirmektedir.
Muayenehanelerin kapatılmasıyla daha iyi sağlık hizmeti verileceğini savunan görüşün aslında bir kandırmaca olduğu görülmüştür. Madem ki muayenehaneler kapatılıp hekimlerin hepsi hastaneye dönmüştür, o zaman neden hala hastanelerde yüzlerce hasta bakan hekimler ve akşama dek bitmeyen kuyruklar vardır? Hekimlerin aldıkları “gerçek ücret” kesinlikle emeklerinin karşılığı değildir. Bunun üzerine ek olarak verilen ve hekimler arasında “promosyon” olarak adlandırılan para ise ne standarttır, ne de emeklilik hakkında yansımadığı için sürekli alınacağı garantisi vardır.
Kaldı ki, artık devlete ait her sağlık kurumu birer işletme haline dönüştüğünden, bir hastane ne kadar “kâr” ediyorsa, hekime de o oranda bir ücret yanısmaktadır. Peki, bu ne anlama gelmektedir? Bu soru, bir hastane yöneticisinin birlikte çalıştığı hekim arkadaşlarına söylediği şu sözlerle yanıtlanabilir: “Arkadaşlar, ne kadar çok hasta bakar ve ne kadar çok ameliyat yaparsanız siz de biz de o kadar çok kazanırız!” Düşünün. Bu sözler özel bir sağlık kuruluşunda değil, bizatihi devletin kendi kurumunda söylenmektedir. Ve ne yazık ki, günümüzde devletin tüm sağlık kuruluşlarında artık görünmeyen ama “de facto” olarak kabul edilen bir gerçek halindedir. Bri başka deyişle, kurallara uyar ve hastaya saygınızdan ötürü 15 dakikalık aralarla randevu verirseniz, yorgunluğunuzun sonraki hastalara yansıyacağını düşünerek günlük ameliyat sayılarınızı belirlenen uluslararası standartlarda tutarsanız, hastanıza ultrasonografi ya da MRI incelemeleri yaparken uygun zaman harcar ya da ince kesitler alarak herhengi bir küçük tümörü atlamamaya çalışırsanız, ay sonunda hem elinize geçen para azalır ve hem de hastane yönetiminden fırçayı yersiniz. Üstelik bu durum, “hastaneye kazandırmadığınız” nedeniyle bir “görev değişikliğine” gerekçe sayılabilir.